Ramazan ve Kurban Bayramı aslında dinî bayramlar olsalar da burada; Almanya’da ve bütün Avrupa’da, kültürel bir değer de taşıyorlar. Bayram günü, tanıdığım her Türk; dindar, ateist, Sünni, Alevi vs. fark etmeksizin herkes, birbirinin bayramını kutlar. Hatta Alman arkadaşlarım ve komşularım bile “Fro¬hes Zuckerfest!” veya “Frohes Opferfest!” diyerek kutlarlar bayramımızı. Küçükken Alman arkadaşlarımı Noel’de aldıkları hediyelerden dolayı az da olsa kıskansam da bu iki bayram, her şeyi telafi ediyordu.

Yedi yaşındaydım sanırım. İlkokula başladığım se­neydi. Abilerimin sabahın erken saatlerinde fiyakalı takım elbisele­rini giyip camiye gittiklerini önceki senelerden hatırlıyorum. Ama o sene yedi yaşındaydım. Bizzat tecrübe etmek bana da nasip olacaktı.

Bayramın gelişini arife gününden hissetmeye baş­lıyordum. Annemin ısrarla “Hadi oğlum duşa gir de arife suyuyla yıkayayım seni” demesi de buna se­bepti. Bir gün öncesinden yeni alınmış kıyafetlerimi özenle dolaptan çıkarıp masanın üstüne koyardı annem. Heyecanlıydım, ama ne için heyecanlan­dığımı bilmeden. Sadece heyecanlı olmam gerek­tiğini biliyordum. Yedi yaşında olmama rağmen bayram, bende daha çok tecrübe çağrıştırıyordu. Bunlardan biri bayramın bereketiyle gelen yüklü harçlıklar, diğeri ise o harçlıklar için katlanmam ge­reken sıkıcı bayram ziyaretleriydi.

O sene bayram namazına gitmiş ve hayli zorlana­rak bayram namazını kılmıştım. O seneden sonra da bayram ritüellerinin mensuplarından biri oldum. Yaşım ilerlese de ilk gençlik yıllarımdan, ergenlik yıllarımdan bugüne kadar değişmeyen bir misafir­perverlikle karşılıyorum bayramı.

Sadece ben değil bütün çevrem öyle. Hatta tak­vimlerimizi biraz da bayramlara göre düzenliyoruz.

Seneler geçse de bayram için alınan kıyafetler artık ol­masa da iki gün öncesinden kafamda tasar­ladığım bayram elbiselerim, bayram sevicinin ifa­desidir benim için. Bir de bayram öncesine tekabül eden berber ziyaretleri var tabii. Berber abinin, tıra­şımı son güne bıraktığım için espri ile karışık kızma­sı da benim için bayram hazırlığı demek.

Aslında evimizde bayramın daha ses getiren bir habercisi vardı. Bu haberci, bayramı dört gözle beklememize sebep oluyordu: Annemin her bay­ram hazırladığı baklava. Arife günü evi taze bakla­va kokusu sarardı. İşte o zaman bilirdik artık: Bay­ram geliyor. Annemin “Yoksa şerbeti çok mu cıvık oldu oğlum?” deyip tatlı bir telaşa kapılması da bi­zim için bayram hazırlıklarının bir parçasıydı.

Ramazan ve Kurban Bayramı aslında dinî bay­ramlar olsalar da burada; Almanya’da ve bütün Avrupa’da, kültürel bir değer de taşıyorlar. Bayram günü, tanıdığım her Türk; dindar, ateist, Sünni, Alevi vs. fark etmeksizin herkes, birbirinin bayramını kutlar.

Hatta Alman arkadaşlarım ve komşularım bile “Fro­hes Zuckerfest!” veya “Frohes Opferfest!” diyerek kutlarlar bayramımızı. Küçükken Alman arkadaşlarımı No­el’de aldıkları hediyelerden dolayı az da olsa kıskansam da bu iki bayram, her şeyi te­lafi ediyordu.

Bayramın ilk günü Müslüman öğrenciler için okula gitmek zorunlu değildi. Müdürümüz öncesinden bil­dirirdi bu güzel haberi. Her müdür yetkiliydi böyle bir izni verme konusunda. Bayramı ve dolayısıyla Müs­lümanları Almanya’nın bir parçası sayıp onların değerlerine saygı gösteren öğretmen ve müdürler çoğunluğu temsil ediyordu. İşte her şeye rağmen bu anlayış, nezaket ve hassasiyet çok değerliydi.

Lise son sınıfta, bayram günü önemli bir sınavım vardı. O sabah bayram namazını kılamadan, sınav için okula gitmem gerekti. Hâliyle ailemle gelenek hâline gelen bayram sonrası kahvaltıyı da kaçır­mıştım. O gün gerçekten üzülmüştüm. Bir şeyleri kaçıracakmışım hissini sınavdan dönüp annemin elini öpene kadar söküp atamamıştım içimden.

Seneler geçtikçe, küçükken bana sıkıcı gelen bay­ram ziyaretleri artık zevkli bir hâl almaya başladı. Bayramı dolu dolu yaşamak için bu ziyaretlerin ya­pılması gerektiğinin farkına vardım. Bayram vesile­siyle belki de hâlini hatırını sormayı ihmal ettiğimiz yakınlarımızın gönüllerini alıyoruz. Özellikle de Türki­ye’deki akrabalarımızın.

Bütün güzel yanlarına rağmen bayramlar, akrabalarımızın bir kısmından uzaklarda yaşadığımızı ha­tırlatıyor bize. Almanya’da doğup büyümeyen bü­yüklerim için daha hüzünlü bir tecrübe bu, hâliyle. Gelişen teknolojiyle, görüntülü aramalar sayesinde Türkiye’deki akrabalarımızla bayramlaşabiliyoruz, onların bayram heyecanlarına, bir nebze de olsa, ortak olabiliyoruz. Yoğun telefon trafiği, kopyalanıp yollanan mesajlar, ses kayıtları, bunların hepsi bay­ram demek benim için.

İtiraf etmeliyim ki, Almanya’da bayramı her ne ka­dar mutlu bir şekilde geçirsem de Türkiye’deki ak­rabalarımın bayramı daha verimli, daha sıcak bir ortamda idrak ettiğini düşünüyorum. Bunun sebebi ise yaşadığım şehirde, Krefeld’de pek fazla akra­bamızın olmamasıdır belki de. Bayramın Türkiye’de daha hissedilir olması aslında gayet mantıklı. Ha­berlerde bayram telaşını âdeta hissedebiliyoruz. Ama her şeye rağmen, az ya da çok bayram vesi­lesiyle gönül coğrafyamızla bağ kurabiliyoruz. Av­rupa’nın çeşitli ülkelerinde Müslüman geleneğini yaşayıp yaşatabiliyoruz. O yüzden burada bayram, bir bayramdan fazlasıdır.

kaynak: https://ytb.gov.tr/haberler/gurbette-bir-bayram-habercisi-baklava-kokusu

Editör: Erdal ŞAHAN