JTI Sigara Grubuna İkinci Kez Zam Geldi! İşte Yeni Fiyatlar
JTI Sigara Grubuna İkinci Kez Zam Geldi! İşte Yeni Fiyatlar
İçeriği Görüntüle

ABD Başkanı Donald Trump’ın 24 Haziran’da açıkladığı ateşkesin ardından İran ve İsrail arasındaki çatışmalarda ortaya çıkan can kayıpları, yaralılar ve maddi hasar, geride kalan tablonun ciddiyetini gözler önüne serdi. İran’ın füze saldırılarında 29 kişi hayatını kaybederken, 3 bini aşkın kişi de çeşitli şekillerde yaralandı. İsrail ise ABD’nin B-2 bombardıman uçaklarıyla gerçekleştirdiği müdahale sonrasında İran’daki üç nükleer tesisi vurdu. Savaşın seyrini değiştiren bu gelişme, küresel güvenlik politikalarında kritik bir kavramı yeniden gündeme taşıdı: Uranyum zenginleştirme oranı — 3,67.

Uluslararası toplum tarafından uzun süredir takip edilen İran’ın nükleer programı, İsrail’in güvenlik kaygılarıyla çatışmanın merkezine yerleşti. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT) çerçevesinde, sivil amaçlı nükleer faaliyetlerin barışçıl sınırlar içinde tutulması öngörülüyor. Bu noktada uranyum zenginleştirme oranı yüzde 20'nin üzerine çıktığında, bu faaliyetlerin sivil olmaktan uzaklaşma ihtimali uluslararası denetim açısından büyük önem taşıyor.

Ancak kritik eşik 2015 yılında imzalanan ve Ortak Kapsamlı Eylem Planı (JCPOA) olarak bilinen İran nükleer anlaşması ile netlik kazandı. Bu anlaşma, İran’ın nükleer faaliyetlerini sıkı denetim altına alırken, uranyum zenginleştirme oranını maksimum yüzde 3,67 seviyesinde sabitliyor, santrifüj sayısını kısıtlıyor ve kapsamlı güvenlik protokollerinin uygulanmasına imkan tanıyordu. Anlaşma, hem İran’ın ticari izolasyonunu azaltıyor hem de bölgede tansiyonun düşmesini sağlıyordu.

Ancak ABD’nin 2018 yılında JCPOA’den çekilmesi ve ardından gelen gelişmeler, bu dengeleri sarstı. İran, anlaşmanın maddelerine uymaktan vazgeçerek zenginleştirme oranını yüzde 60’a kadar yükseltti. Bu da İsrail'in “önleyici vuruş” stratejisini devreye almasına yol açtı. Ardından gelen ABD müdahalesi, uluslararası hukuka uygunluk tartışmalarını da beraberinde getirdi.

Uzmanlara göre yüzde 3,67, sadece teknik bir oran değil, aynı zamanda savaşın tetikleyicisi olan sembolik bir sınır haline geldi. Hacettepe Üniversitesi'nden Doç. Dr. Şebnem Udum, bu sınırın aşılmasının askeri amaçlara yönelik şüpheleri artırdığını belirtiyor. Aynı zamanda nükleer silahın güvenlik sağlamadığı ve hatta riskleri daha da büyüttüğü gerçeğini vurguluyor.

İran’ın uranyum zenginleştirme oranı üzerindeki uluslararası baskı ve İsrail’in bu konuda duyduğu rahatsızlık, bugün yaşanan askeri gerilimin temelini oluşturuyor. 2015’te masada çözüm üreten JCPOA’nın askıya alınmasıyla başlayan süreç, 2025’te füzelerin konuştuğu bir krize dönüştü.

Anahtar kelime yine müzakere. Doç. Dr. Udum’un ifade ettiği gibi, diplomasi hâlâ çözümün en güçlü zemini. Ancak karşılıklı güvensizlik ve sahadaki sert hamleler, masadaki dengeyi kırmış durumda. Bugün bölgede yaşanan gelişmeler, nükleer silahın caydırıcılıktan ziyade daha fazla çatışma riski taşıdığını bir kez daha gösteriyor.