Sermaye düzeni ve temsilcileri bizlere her yıl yaşanan binlerce iş kazasının ve bunlara bağlı olarak gerçekleşen ölüm ve yaralanmaların birer kader olduğuna inandırmak için elinden geleni yapmaktadır. Oysaki hepimizin bildiği gibi iş cinayetlerinin neredeyse tamamına yakını önlenebilir sebeplerden kaynaklanmaktadır.
Amasra’da yaşadığımız maden faciası da sonrasında ortaya çıkan gerçeklere baktığımızda alınabilecek önlemlerle 43 madenciyi kaybetmemizin önüne rahatlıkla geçilebilirdi. Sadece Amasra’da değil; Soma’dan Ermenek’e Şirvan’dan İliç’e kadar madenlerde yaşanan ve yüzlerce emekçinin canına mal olan hemen her kaza göz göre göre gelmiştir; patronlar ve onları denetlemekle yükümlü yetkililer bunların yaşanmasına göz yummuştur.
Bildiğiniz üzere madencilik barındırdığı tehlikeler nedeniyle bilgi, deneyim, uzmanlık ve sürekli denetim gerektiren en tehlikeli iş kollarından biridir. Kömür madenlerinde ise grizu ve göçük en bilinen, en çok can yakan tehlikelerdir. Etkisi ve riski bilinen tehlike kaynaklarına karşı proaktif önlem almak hem yasal hem de vicdani bir zorunluluktur. Ancak içinde yaşadığımız neoliberal sermaye düzeninde maliyet hesapları ve kar hırsı insan hayatının önüne geçmektedir. Hemen hemen her alanda sermaye düzeninin bizlere dayattığı özelleştirme ve taşeronlaştırma politikaları madenlerde de etkisini yaşadığımız facialarla ve yitirdiğimiz canlarla göstermektedir.
Yeraltı maden işletmeciliğinin olmazsa olmaz koşulu iyi havalandırma planı ve yeryüzüne ulaşmayı sağlayacak en az iki bağımsız yolun var olmasıdır. Yeraltında havalandırma ölçümlerinin not edildiği havalandırma defteri bulunur. Ocak havası sensörlerle izlendiği gibi seyyar ölçü aletleri ile de ölçülür ve deftere kaydedilir. Bu yasal zorunluluktur. Ocak havası iyi ve yeterli bir havalandırma ile temizlenebilir. Amasra’da gördüğümüz ve katliama yol açan faciaya neden olan gerçek var olan havalandırmanın ocak içindeki metan gazını temizlemeye yetecek düzeyde olmamasıdır. ATİM’de ocak havasının derinlere indirilmesi ve havalandırmasının iyileştirilmesi için gerekli yatırım ve iyileştirme projelerinin hayata geçirilemediği hem TBMM Araştırma Komisyonu’nu raporu hem de TTK’nın dava sürecinde ortaya çıkan yazışmaları idarenin alınması gereken önlemleri ve iyileştirme faaliyetlerini gözardı ettiğini açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Bizler Amasra gibi maden katliamlarının yıldönümlerinde bu gerçekleri tekrar tekrar hatırlatmayı bir görev addediyoruz. Acımızı ve öfkemizi her zaman diri tutmak zorundayız. Aynı acıları tekrar tekrar yaşıyoruz. 14 Mayıs 2014’te Soma’da 301, 28 Ekim 2014’te Ermenek’te 18, 17 Kasım 2016’da Siirt Şirvan’da 16, 14 Ekim 2022’de Amasra’da 43, 23 Kasım 2022’de Şirvan’da 3 ve 13 Şubat 2024’te İliç’te 9 madenciyi maden facialarında yitirdik. Hesabı sorulmayan her bir iş cinayeti, her bir maden katliamı bir yenisini beraberinde getirdi. En yetkili ağızdan bunlara madencinin kaderi veya fıtratı demek yeni katliamlar için açık bir davetiye çıkarmaktır. Çünkü patronlar ve sorumlular göstermelik cezalarla veya buna gerek bile kalmadan sorumlulukları üzerlerinden atacaklarını bilmektedir.
Dahası son dönemde sıkça yaşadığımız üzere Türkiye’de enerji ve madencilik alanında sürdürülen faaliyetler insan yaşamını, emeğini olduğu gibi; ormanları, dereleri, tarım ve yaşam alanlarını da hiçe sayıyor. Kamulaştırmalarla, rezerv alan ilanlarıyla, ormanlık alanların orman vasfından çıkarılmasıyla, kıyılarda yaşanan işgallerle, su kaynaklarının şirketlere tahsis edilmesiyle; meraların, tarım alanlarının maden ve enerji projelerine açılmasıyla, imar planlarındaki değişikliklerle topyekün bir talanla karşı karşıyayız. Ege’den İç Anadolu’ya; Karadeniz’den Doğu Anadolu’ya yerli ve yabancı tekeller cirit atıyor; bu ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini iktidarın açık onayıyla ranta dönüştürüyor. Ne pahasına olduğunu yaşayarak görüyoruz. Sermaye cebini doldururken bu ülkenin emekçilerinin payına madenlerde diri diri toprağa gömülmek, insanlık dışı kölelik koşullarında sömürülmek, yaşam alanlarından atılmak düşmektedir. Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser diye boşuna denilmemiştir. Kendisine bu iktidarın marifetiyle elverişli bir siyasi ve ekonomik düzen yaratılan sermaye insanlığı ve içinde yaşadığımız dünyayı bir yok oluşa doğru sürüklemektedir.
Elbette bizler sermaye düzeninin bu topyekun talanına karşı direnmek zorundayız. Tıpkı Kaz Dağları’nda, Cerattepe’de, Akbelen’ de, İkizköy’ de yaşam alanlarımızı savunurken yaptığımız gibi… Tıpkı Fernas madencilerinin AKP’li milletvekili Ferhat Nasıroğlu’nun madeninde işçi sağlığı ve güvenliğinin hiçe sayıldığı kölelik düzenine karşı direndiği gibi… Yaşamlarımızı sermayenin insafına bırakmayacağız. Derelerimizi, ormanlarımızı, tarım alanlarını bu talana yem ettirmeyeceğiz! Bugün burada buluşmamızın sebebi olan Amasra maden katliamında ve nice benzer maden facialarında katledilen maden emekçilerini unutturmayacağız!