Bulgaristan'da 1989 yılında uygulanan asimilasyon politikalarının ardından yaşanan zorunlu göçün üzerinden tam 36 yıl geçti. Türk ve Müslüman azınlıklar üzerinde uygulanan baskılar, milyonlarca kişinin hayatında derin izler bıraktı. Bugün hâlâ zorunlu göç, hem bireysel hem de toplumsal hafızalarda tazeliğini koruyor.
1944 yılında iktidara gelen Bulgaristan Komünist Partisi, ülkede Türklere yönelik sistematik baskılar başlattı. 1946’da çıkarılan yasalarla azınlık okulları kapatıldı, ana dilde eğitim yasaklandı. 1984 yılına gelindiğinde ise "Yeniden Canlanma Süreci" adı altında Türklerin isimleri zorla değiştirilmek istendi. İtiraz edenler ise hapis, sınır dışı edilme ve Belene Toplama Kampı’na gönderilme gibi ağır yaptırımlarla karşı karşıya kaldı.
850 bin Müslüman’ın ismi zorla değiştirildi, 1000’e yakın kişi çeşitli kamplarda tutuldu ve onlarca insan yaşamını yitirdi. Dünyanın dikkatini çeken olaylardan biri, 1986’da Naim Süleymanoğlu’nun Türkiye’ye kaçışı oldu. Bu gelişme, uluslararası kamuoyunun Bulgaristan'daki baskılardan haberdar olmasına neden oldu.
24 Mayıs 1989’da başlayan göç dalgası, 4 Haziran’da Türkiye’nin Kapıkule Sınır Kapısı’nı açmasıyla hız kazandı. Sadece birkaç ay içinde yaklaşık 350 bin Türk, doğup büyüdüğü toprakları ardında bırakarak Türkiye’ye sığındı.
Gazeteci Behiç Günalan, o dönemi fotoğraflarla belgeledi. Günalan, göç sırasında karşılaştıkları trenlere "utanç trenleri" dendiğini ve yaşananları bir insanlık krizi olarak nitelendirdi. Göçe tanıklık edenlerin anlattıkları, yıllar geçse de zorunlu göç gerçeğinin acısını unutturmadı.