Ercan Sönmez kaleme aldı: “Sessiz Çığlıklar: Gençliğimiz Gözümüzün Önünde Kayboluyor”Geleceği Kaybetmeden Önce: Şiddete Karşı Aile ve Eğitim Seferberliği
Son yıllarda ülkemizin dört bir yanından gelen görüntüler, bizleri derin bir kaygıya sürüklüyor. Özellikle okullarda gençler arasında artan kavga, dövme, alay etme ve sosyal medya üzerinden linç kültürüne varan davranışlar, artık münferit olaylar olmaktan çıkıp toplumsal bir tehlikeye dönüşmüştür. Ne acıdır ki, bu olayların baş aktörlerinin başında da genç kızlarımız gelmektedir. Bir zamanlar zarafetle, duygusal incelikle anılan genç kızlarımız bugün sosyal medya algoritmalarının acımasız alkışlarına kendilerini kaptırmış durumdalar.
Peki, buraya nasıl geldik? Asıl sorumuz bu olmalı.
Biz çocuklarımızı büyütürken aslında onları yalnız bıraktık. Onlara daha iyi bir gelecek sunmak için çalıştık, didindik ama onların dünyasına girmeyi ihmal ettik. Anne ve baba olarak çocuklarımızı sadece maddi imkânlarla büyütmeye çalışırken, duygusal açlıklarını göremedik. Oysaki bir çocuğun en büyük ihtiyacı, sevilmek ve değerli hissetmektir. Bu eksiklikle büyüyen bir genç, sosyal medyada izlenme uğruna şiddete sarılabilir, ilgi çekmek adına kendi değerini düşüren davranışlara yönelebilir.
Eğitim camiası da bu dönüşümde yalnız bırakılmış durumda. Bugün bir öğretmenin omuzundaki yük, yalnızca ders anlatmakla sınırlı değildir. Öğretmen artık bir psikolog kadar dikkatli, bir sosyal hizmet uzmanı kadar duyarlı ve bir anne-baba kadar ilgili olmak zorundadır. Çünkü çocuklarımızın bazıları, okulun kapısından içeriye sadece bilgi almak için değil, sevgi görmek için de girmektedir. Öğrencilerin davranışlarının arkasında yatan duygusal ihtiyaçları okuyamayan bir eğitim sistemi, sadece müfredatla başarı sağlayamaz.
Bu noktada artık susmanın ve sadece seyretmenin bir lüks değil, bir kayıp olduğunun farkına varmalıyız. Toplum olarak harekete geçmek, değerlerimizi yeniden inşa etmek zorundayız. İşte bu noktada üç temel başlık öne çıkıyor:
1. Aileye Dönüş:
Anne babalar, çocuklarının hayatını yalnızca uzaktan izlememeli; onların duygu dünyasına temas etmelidir. Onlarla günlük konuşmalar yapmalı, onları dinlemeli, sosyal çevresini ve dijital alışkanlıklarını takip etmelidir. “Benim çocuğum yapmaz” cümlesi, artık bir savunma değil, bir yanılgıdır.
2. Eğitime Vizyon Kazandırmak:
Okullarımız, sadece sınavlara hazırlayan değil, hayata hazırlayan kurumlar haline gelmelidir. Değerler eğitimi, iletişim becerileri, empati, dijital farkındalık gibi konular ders içeriklerine entegre edilmeli, öğretmenler bu alanlarda donanımlı hale getirilmelidir. Rehberlik servisleri etkin çalışmalı, psikolojik danışmanlar sadece kriz anlarında değil, her gün görünür ve ulaşılabilir olmalıdır.
3. Toplumsal Dayanışma ve Yerel Aktiflik:
Mahalledeki bakkal, esnaf, imam, muhtar, belediye başkanı, STK temsilcisi; herkes ama herkes bu sorumluluğun bir parçası olmalıdır. Gençlerin zaman geçirebileceği, yeteneklerini keşfedebileceği, rehberlik alabileceği gençlik merkezleri yaygınlaştırılmalı; bu merkezler adeta birer ‘manevi sığınak’ gibi işlev görmelidir. Yerel yönetimler bu alanda öncülük etmeli, sadece beton değil; karakter de inşa etmelidir.
Unutmayalım: Gelecek çocukların değil, bugünden onları anlayan, koruyan ve yön veren büyüklerin omuzlarındadır. Eğer bizler onlara sadece sınırlar koyup rehberlik etmezsek, yönünü kaybetmiş bir nesille karşı karşıya kalırız. Ancak el ele verirsek, her çocuğun içindeki cevheri ortaya çıkarabiliriz.
Şiddet görüntülerini izlemekle yetinmeyen, çözüm üretmeye gönüllü bir toplum olmak zorundayız. Çünkü mesele bir öğrencinin bir öğrenciye tokat atması değil; bir neslin hayata, insana, sevgiye sırt çevirmeye başlamasıdır.
Ve şunu unutmayalım: Bir çocuğun gözündeki ışık sönerse, bir toplumun geleceği kararır.